Sosyal İzolatif Birey
Başlık aslında pek çoğumuzun en az bir kere de olsa kendisine internetten sikko araştırmalar sonucu beğendiği psikiyatrik rahatsızlıklardan birisine benziyor. Bunu çoğumuz yapıyoruz, kendimizi kendi imkanlarımızla açıklayamadığımız için kendimize bir başlık beğeniyoruz. İçerik de aslında sahip olduğumuzdan öte, öyle olmasını istediğimiz ögeler barındırıyor. Bu şekilde adlandırmak, kabul etmek uğruna pek çok insan kendisini panik atak, anksiyete, okb magduru olarak niteler. İşin aslında bunu adlandırmak ve kendimize teşhis koymak ne gerçek anlamda yapabileceğimiz ne de teşhis koyabileceğimiz bir şey değil. Takıntılar, utanmalar, çekinmeler, kötü hissetmeler hayatımızın her alanında var olmaya devam edecek. Bu hisleri yaşaman senin bir psikiyatrik rahatsızlığın olduğu anlamına gelmez. Şüphelerin doğrultusunda kendine teşhis koymadan psikiyatrik destek almak gerekir. Herkes kendisine koyduğu teşhisi tescillese idi Muhammed peygamber, Mozambik cumhurbaşkanı fakir, Ahmet Davutoğlu masum, ben ise gigachad sigma bir erkek olurdum. Gelgelelim bunların hiçbirisi gerçek değildir.
*Nedir bu Sosyal İzolatif Birey?
Kendi tanımlamamı esas alırsak ''Sosyal İzolatif Birey'' yalnızlık sonucu sosyal yetilerini ve alışkanlıklarını köreltmiş, ya da hayatının kritik bir döneminde bu alışkanlıklarını henüz kazanamayıp muadil ve benzerlerine nazaran geri kalmış bireydir.
Hayata hiçbir zaman dahil olmamış, olamamış birisi olan SİB için pek çok insanın rahatlıkla ve hatta bilinçsiz bir şekilde yürüttüğü gündelik yaşam onun açısından işlenirken kendisini on binlerce kişinin seyrettiği bir stadyumda silahı kırılmış bir gladyatör gibi hissetmesine sebep olabilir. Gladyatör benzetmesi bir role sahip olması, göz önünde bulunmasından bağımsız olarak gerçek anlamda bir mücadele, savaş verdiği bir benzetmedir. Ve elbette silahının kırılmış olması ise onun çaresizliğini temsil etmekle birlikte yapabileceği tek şey olan savunma mekanizmasını devreye geçirir. Bu mekanizma çoğu zaman anksiyete olarak nitelendirdiğimiz bir duygu durumuyla gerçekleşir. Toplu taşımalar onun en büyük sorunlarından birisidir. Hiçbir şey yapmasa bile dışarıdan eleştirdiği, kendi çapında anlamlar ya da anlamsızlıklar yüklediği ve hiçbir zaman karşısına çıkamadığı o dünya ile karşı karşıyadır. Hayatının çoğunu odasında tek başına geçiren, çoğu aylar sadece ve sadece ailesinden başka insan görmeyen, kimi zaman ise hiçbir sorumluluğu olmadığı için uyku saatlerinin saçma bir skalaya oturmasından dolayı etkileşimde olduğu ailesini bile göremediği günler, haftalar olabilir. Nefret ettiği, tiksindiği, korktuğu bu dünyanın en korkutucu boyutudur toplu taşıma araçları. Bir SİB kendisini bir uçuştaki kaçak yolcu gibi hisseder. Orada bulunmaması gerektiğini, her an yakalanabileceği duygusu onun peşini bırakmaz. Henüz hiçbir insanla muhatap olmak zorunda olmayan SİB şimdiden hayata olan nefretini göz ardı etme konusundaki gayretini kaybetmiş, yeni bir dalgaya gücü kalmamış vaziyettedir. Uzun süre boyunca dış dünya ile herhangi bir teması bulunmadığı için SİB, öz saygı faktörünü anlamsızlaştırmış, uzaklaştırmıştır. Öz saygının moral ve motivasyon olmadan var olması gerçekçilik ve olağan dışıdır. SİB bu faktörleri yok sayarak mücadelesine devam etmek ister. Kendisinin tepkisizliği, kaygılarından bağımsız olarak bedeni tepki gösterir. Klimanın pöfür pöfür estiği, son derece rahat olan koltuğunda bile nefesi kesilir, terler, başı döner. Hem de bu herhangi bir kaygı, telaş içinde olmadığı bir anda gerçekleşir. Çünkü kendisi ne kadar yok saysa da, bir süre sonra artık mental açıdan stres faktörünü aşmış olsa da vücut henüz aşamamıştır. Sonuçta o vücut herhangi bir insan reaksiyonuna, frekansına, varlığına alışkın değildir. Kendisini tehlikede hisseder. Her ne kadar mücadele edici bir tutum sergilese bile SİB kendisini zor attığı o otobüsten iner, devam edip edemeyeceğine karar vermek üzere bir sigara yakar, sigarasını bile içemeyecek durumda olduğunu anlayıp sigarasını atar. O kadar zorlanarak, acı çekerek, bedel ödeyerek gittiği yolculuğu noktalayıp henüz planladığı harika gün başlamadan arkadaşlarını yüzüstü bırakarak taksiye biner, evine geri döner.
SİB artık vücudunu tanımış, vücudu ise dış dünyayı tanımış durumdadır. Fiziksel faktörlerin açtığı sorunlara tamamen olmasa da kısmen hakim olmuştur. Sonunda vereceği mücadelede kendisini hafifletmiş, işlerini kolaylaşmıştır. Toplumu tanımadığı halde tanımış, deneyimlemişcesine katı bir görüşe sahiptir. Görüşlerinde ise dış göz olarak haklıdır. Ve işin iç gözünün varlığından haberi olmadığı gibi haberi olsa da fikrini zerre değiştirmeyecek bir tutuma sahiptir. Çünkü onun topluma olan nefreti tek taraflı bir yara değildir kendi zannında. Eskiden içinde olduğu, beraber hareket ettiği toplum ne onu istemiş ne o bu toplumu istemiştir. Hayatına gözlemci olarak devam etmiş, bu da tek taraflı bir bilgi ve düşünce trafiği sağlamıştır. Düşünceleri, yargıları, önyargıları taşlaşmıştır. Kendisi de inanır ki bu düşünceler değişmeyecek, hiçbir zaman yanılmayacaktır. Nefret ettiği toplumun kanlı canlı yaşar, bir işleyişe dahil olmuş vaziyette olması onu yaralar. SİB artık topluma karşı düşünce beslemekten, biriktirmekten vazgeçer. Bunun ona hiçbir faydası olmadığını, sadece kendi yoluna bakması gerektiğini artık anlamıştır. Bu süreçte ise yorumlamadan, yargılamadan tanık olur. Kendisinin ezikliği, yetersizliği ile yüzleşir. Bu yüzleşme pahalıya patlayacak olsa gerek ki daha öncesinde psikiyatrına intihar edeceğini söylediğinde yazdığı ilaçları almaya başlar. Bunda bir çıkış yolu, bir umut görür. Bu umut çok masumdur. Tatlıdır, şirindir, gereklidir. Bir o kadar ise tehlikelidir. Çünkü bu işin bir yerinde bir uyuşturucudur. Düzelsen bile buna bağımlı hale geleceksindir. SİB kendine tanıdığı 2 hafta ardından yarım bıraktığı rutinine geri döner. Artık insanlar vahşi görünmüyordur onun için. Topluma hala herhangi bir sempati beslenmeyeceğini bilse bile artık en azından kendisini ısırmayacaklarını kabul etmiştir, içi ısınmıştır. Kaldı ki SİB insan içinde geçen bu süreçlerinde bir şeyin farkına varmıştır. Kendisini daha önceden istemeyen, dışlayan, saymayan toplum en azından bu sefer ona denk gelmemiştir. Önceki sosyal tecrübeleri onun savunma mekanizmasını değiştirmiş ve sürekli aktif bir hale getirmiştir. Kişinin kendisini toplumdan izole etmesinin sebebi de budur. Artık kendisini tehdit altında hissetmeyen SİB savunma mekanizmasını bırakıp saldırıya geçer. Toplumun kendisini içine katmayacağını anladığı için kendisini içeri sokmasından başka bir çare yoktur. SİB bunu başarır. Arkadaşlar edinir, edindiği arkadaşlarıyla kavga eder, tekrar barışır, tekrar kavga eder. Bunu garip karşılamaz kişi. Sonuçta bunu hayatın bir akışı olarak nitelendirir. Bu süreçte SİB sahip olduğu taşlaşmış düşüncelerden, yargılardan, önyargılardan kurtulmuş olmasa bile artık onları rafa kaldırmıştır. Bunun en büyük faktörü ise edindiği bir arkadaşıdır. Sahip olduğu ve değişeceğine ihtimal dahi tanımadığı bu kalıplardan kurtulmamıştır dediğim gibi. Ama onlardan utanmasını sağlamıştır bu arkadaşı. Her şey SİB için güzel gider. Edindiği arkadaşlarla aktiviteler düzenler, uyku düzenine dikkat eder, ilaçlarını alır, artık insan içinde herhangi bir sorun yaşamaz, utanmaz, kaygılanmaz. Sorumluluklarını tamamlamasa bile bir temele, zemine oturtmuştur.
Devamını 2. evre olarak yazacağım. Keza bu aşamadan sonrası gereksiz uzun olacaktı. Hem bitiş noktası da gerçekten 2 evreli bir yazının 1. evresinin bitebileceği en iyi noktaydı.
Edit: 2. evre muhabbetine hiç girmeyeceğim. Kendi yorumumca yeterince boş yapmışım zaten kısaca burada noktalayayım dediğim 2. evreyi:
Gün gelir ilaçlarını belli sebeplerden dolayı almaz ve başa döner. Hayatı bu paradoksta sıkışıp kalmıştır.
Evet bu kadardı...
bkz(SİB): Sosyal İzolatif Birey