30 Nisan 2023 Pazar

Sosyal İzolatif Birey

Sosyal İzolatif Birey 


Başlık aslında pek çoğumuzun en az bir kere de olsa kendisine internetten sikko araştırmalar sonucu  beğendiği psikiyatrik rahatsızlıklardan birisine benziyor. Bunu çoğumuz yapıyoruz, kendimizi kendi imkanlarımızla açıklayamadığımız için kendimize bir başlık beğeniyoruz. İçerik de aslında sahip olduğumuzdan öte, öyle olmasını istediğimiz ögeler barındırıyor. Bu şekilde adlandırmak, kabul etmek uğruna pek çok insan kendisini panik atak, anksiyete, okb magduru olarak niteler. İşin aslında bunu adlandırmak ve kendimize teşhis koymak ne gerçek anlamda yapabileceğimiz ne de teşhis koyabileceğimiz bir şey değil. Takıntılar, utanmalar, çekinmeler, kötü hissetmeler hayatımızın her alanında var olmaya devam edecek. Bu hisleri yaşaman senin bir psikiyatrik rahatsızlığın olduğu anlamına gelmez. Şüphelerin doğrultusunda kendine teşhis koymadan psikiyatrik destek almak gerekir. Herkes kendisine koyduğu teşhisi tescillese idi Muhammed peygamber, Mozambik cumhurbaşkanı fakir, Ahmet Davutoğlu masum, ben ise gigachad sigma bir erkek olurdum. Gelgelelim bunların hiçbirisi gerçek değildir.

       *Nedir bu Sosyal İzolatif Birey?

  Kendi tanımlamamı esas alırsak ''Sosyal İzolatif Birey'' yalnızlık sonucu sosyal yetilerini ve alışkanlıklarını köreltmiş, ya da hayatının kritik bir döneminde bu alışkanlıklarını henüz kazanamayıp muadil ve benzerlerine nazaran geri kalmış bireydir.

  Hayata hiçbir zaman dahil olmamış, olamamış birisi olan SİB için pek çok insanın rahatlıkla ve hatta bilinçsiz bir şekilde yürüttüğü gündelik yaşam onun açısından işlenirken kendisini on binlerce kişinin seyrettiği bir stadyumda silahı kırılmış bir gladyatör gibi hissetmesine sebep olabilir. Gladyatör benzetmesi bir role sahip olması, göz önünde bulunmasından bağımsız olarak gerçek anlamda bir mücadele, savaş verdiği bir benzetmedir. Ve elbette silahının kırılmış olması ise onun çaresizliğini temsil etmekle birlikte yapabileceği tek şey olan savunma mekanizmasını devreye geçirir. Bu mekanizma çoğu zaman anksiyete olarak nitelendirdiğimiz bir duygu durumuyla gerçekleşir. Toplu taşımalar onun en büyük sorunlarından birisidir. Hiçbir şey yapmasa bile dışarıdan eleştirdiği, kendi çapında anlamlar ya da anlamsızlıklar yüklediği ve hiçbir zaman karşısına çıkamadığı o dünya ile karşı karşıyadır. Hayatının çoğunu odasında tek başına geçiren, çoğu aylar sadece ve sadece ailesinden başka insan görmeyen, kimi zaman ise hiçbir sorumluluğu olmadığı için uyku saatlerinin saçma bir skalaya oturmasından dolayı etkileşimde olduğu ailesini bile göremediği günler, haftalar olabilir. Nefret ettiği, tiksindiği, korktuğu bu dünyanın en korkutucu boyutudur toplu taşıma araçları. Bir SİB kendisini bir uçuştaki kaçak yolcu gibi hisseder. Orada bulunmaması gerektiğini, her an yakalanabileceği duygusu onun peşini bırakmaz. Henüz hiçbir insanla muhatap olmak zorunda olmayan SİB şimdiden hayata olan nefretini göz ardı etme konusundaki gayretini kaybetmiş, yeni bir dalgaya gücü kalmamış vaziyettedir. Uzun süre boyunca dış dünya ile herhangi bir teması bulunmadığı için SİB, öz saygı faktörünü anlamsızlaştırmış, uzaklaştırmıştır. Öz saygının moral ve motivasyon olmadan var olması gerçekçilik ve olağan dışıdır. SİB bu faktörleri yok sayarak mücadelesine devam etmek ister. Kendisinin tepkisizliği, kaygılarından bağımsız olarak bedeni tepki gösterir. Klimanın pöfür pöfür estiği, son derece rahat olan koltuğunda bile nefesi kesilir, terler, başı döner. Hem de bu herhangi bir kaygı, telaş içinde olmadığı bir anda gerçekleşir. Çünkü kendisi ne kadar yok saysa da, bir süre sonra artık mental açıdan stres faktörünü aşmış olsa da vücut henüz aşamamıştır. Sonuçta o vücut herhangi bir insan reaksiyonuna, frekansına, varlığına alışkın değildir. Kendisini tehlikede hisseder. Her ne kadar mücadele edici bir tutum sergilese bile SİB kendisini zor attığı o otobüsten iner, devam edip edemeyeceğine karar vermek üzere bir sigara yakar, sigarasını bile içemeyecek durumda olduğunu anlayıp sigarasını atar. O kadar zorlanarak, acı çekerek, bedel ödeyerek gittiği yolculuğu noktalayıp henüz planladığı harika gün başlamadan arkadaşlarını yüzüstü bırakarak taksiye biner, evine geri döner.

  SİB artık vücudunu tanımış, vücudu ise dış dünyayı tanımış durumdadır. Fiziksel faktörlerin açtığı sorunlara tamamen olmasa da kısmen hakim olmuştur. Sonunda vereceği mücadelede kendisini hafifletmiş, işlerini kolaylaşmıştır. Toplumu tanımadığı halde tanımış, deneyimlemişcesine katı bir görüşe sahiptir. Görüşlerinde ise dış göz olarak haklıdır. Ve işin iç gözünün varlığından haberi olmadığı gibi haberi olsa da fikrini zerre değiştirmeyecek bir tutuma sahiptir. Çünkü onun topluma olan nefreti tek taraflı bir yara değildir kendi zannında. Eskiden içinde olduğu, beraber hareket ettiği toplum ne onu istemiş ne o bu toplumu istemiştir. Hayatına gözlemci olarak devam etmiş, bu da tek taraflı bir bilgi ve düşünce trafiği sağlamıştır. Düşünceleri, yargıları, önyargıları taşlaşmıştır. Kendisi de inanır ki bu düşünceler değişmeyecek, hiçbir zaman yanılmayacaktır. Nefret ettiği toplumun kanlı canlı yaşar, bir işleyişe dahil olmuş vaziyette olması onu yaralar. SİB artık topluma karşı düşünce beslemekten, biriktirmekten vazgeçer. Bunun ona hiçbir faydası olmadığını, sadece kendi yoluna bakması gerektiğini artık anlamıştır. Bu süreçte ise yorumlamadan, yargılamadan tanık olur. Kendisinin ezikliği, yetersizliği ile yüzleşir. Bu yüzleşme pahalıya patlayacak olsa gerek ki daha öncesinde psikiyatrına intihar edeceğini söylediğinde yazdığı ilaçları almaya başlar. Bunda bir çıkış yolu, bir umut görür. Bu umut çok masumdur. Tatlıdır, şirindir, gereklidir. Bir o kadar ise tehlikelidir. Çünkü bu işin bir yerinde bir uyuşturucudur. Düzelsen bile buna bağımlı hale geleceksindir. SİB kendine tanıdığı 2 hafta ardından yarım bıraktığı rutinine geri döner. Artık insanlar vahşi görünmüyordur onun için. Topluma hala herhangi bir sempati beslenmeyeceğini bilse bile artık en azından kendisini ısırmayacaklarını kabul etmiştir, içi ısınmıştır. Kaldı ki SİB insan içinde geçen bu süreçlerinde bir şeyin farkına varmıştır. Kendisini daha önceden istemeyen, dışlayan, saymayan toplum en azından bu sefer ona denk gelmemiştir. Önceki sosyal tecrübeleri onun savunma mekanizmasını değiştirmiş ve sürekli aktif bir hale getirmiştir. Kişinin kendisini toplumdan izole etmesinin sebebi de budur. Artık kendisini tehdit altında hissetmeyen SİB savunma mekanizmasını bırakıp saldırıya geçer. Toplumun kendisini içine katmayacağını anladığı için kendisini içeri sokmasından başka bir çare yoktur. SİB bunu başarır. Arkadaşlar edinir, edindiği arkadaşlarıyla kavga eder, tekrar barışır, tekrar kavga eder. Bunu garip karşılamaz kişi. Sonuçta bunu hayatın bir akışı olarak nitelendirir. Bu süreçte SİB sahip olduğu taşlaşmış düşüncelerden, yargılardan, önyargılardan kurtulmuş olmasa bile artık onları rafa kaldırmıştır. Bunun en büyük faktörü ise edindiği bir arkadaşıdır. Sahip olduğu ve değişeceğine ihtimal dahi tanımadığı bu kalıplardan kurtulmamıştır dediğim gibi. Ama onlardan utanmasını sağlamıştır bu arkadaşı. Her şey SİB için güzel gider. Edindiği arkadaşlarla aktiviteler düzenler, uyku düzenine dikkat eder, ilaçlarını alır, artık insan içinde herhangi bir sorun yaşamaz, utanmaz, kaygılanmaz. Sorumluluklarını tamamlamasa bile bir temele, zemine oturtmuştur.


Devamını 2. evre olarak yazacağım. Keza bu aşamadan sonrası gereksiz uzun olacaktı. Hem bitiş noktası da gerçekten 2 evreli bir yazının 1. evresinin bitebileceği en iyi noktaydı.



Edit: 2. evre muhabbetine hiç girmeyeceğim. Kendi yorumumca yeterince boş yapmışım zaten kısaca burada noktalayayım dediğim 2. evreyi:

Gün gelir ilaçlarını belli sebeplerden dolayı almaz ve başa döner. Hayatı bu paradoksta sıkışıp kalmıştır. 

Evet bu kadardı...





bkz(SİB): Sosyal İzolatif Birey




  

24 Nisan 2023 Pazartesi

Tanımlama

 

                                TANIMLAMA



  Galiba burada bir şeyler yazmak öyle çakma word olan ''WordPad'' de yazmaya benzemeyecek. İşin bir neticesinde her an ulaşilabilecek bir kaynak üzerinde yayınlanacak. Elbette ben burayı bahsettiğim, paylaştığım sürece. Şu an bu yazılarımın varlığının süresini ya da teminatını bilemiyorum. Kendimle biraz konuşmak istiyorum müsaadeniz ile.


    Galiba artık baş başa değiliz sevgili ben. Sonuç itibari ile artık erişilebilirliğin olabileceği, beğenilme, fark edilme, dikkat çekme ve önemsenme gibi duygular da işin içine girme ihtimali taşıyor. Sonuçta artık aramızda özel bir bağ kalmadı. Umarım bu yola girmeyiz. Keza bu duygular pek çok insan için bir ihtiyaç olmuş vaziyette. Elbette senin de benim de bu isteklere ihtiyacımız oluyordur. Olmama ihtimali pek yoktur bence. Pek çok insan bu ihtiyaçlar doğrultusunda kendisini geliştiriyor, değiştiriyor, evriltiyor. Bu artık insanlığın bir normu olmuş vaziyette ve asla da yargılamıyorum. Fakat modern insan bunu binlerce yıldır, evrim süreci v.s faktörleri göz önünde bulundurursak doğada ve insan hayatında olan bir şey. Bu kadar alıştığımız, uyguladığımız, ihtiyaç duyduğumuz bu unsurları pek çoğumuz kabul etmiyoruz. 

   Hiç çevreni, kendini ve tanık olduğun herhangi bir insan aktivitesini analiz etmeyi denedin mi? Elbette denedin ben senim işin neticesinde. Gerçekten de insanlar kendini kandırmak konusunda çok başarılı canlılar değiller mi? İş hayatında, eğitim hayatında, sosyal hayatında insanlar her zaman kendisini tanımlama, belirtme ve belirttiği şekilde kabul ettirme gayreti içerisinde. Bu duruma fazlasıyla örnek verilebilir. Bu örneklerin en basit hali ''Şundan nefret ederim'', ''Şunu çok severim'' gibi ifadelerdir. Kabul et bunu sen de yapıyorsundur. Burada kendini betimlediğin şekilde kabul ettirmeye çalışıyorsun içten içe. O kadar normalleştirmiş durumdayiz ki bu durumu kendimizi birazcık sorgulasak amacımızın kötü olduğunu düşüneceğiz. Gerçekten kendimizi tanımlarken ve inatla ifade edip insanlara kendimizi kendi beyanımızla kabul ettirme amacımız ne olabilir. Zannediyorum ki bu kapı başta bahsetiğim isteklerimizi ihtiyaç haline getirmemizden kaynaklı. Hiç merak etmeden, onaylamadan, karşı taraf sanki sormuş ya da merak ediyormuş gibi kendimizi ifade ediyoruz. Bu duygularımızın zayıf noktalarından birisi olsa gerek. Benim sorunum bu durumun varlığı değil. Bunu kabul edemeyişimiz. Kabul edememenin ötesinde ise birisi bunu söylediğinde sanki küfür, hakaret edilmişcesine tepki göstermemiz. Çünkü yüzleşmek istemiyoruz. Bu kadar basit. 

 Bir dönem günlük tutmuştum. Bu günlüğü tutarkenki önceliğim yine kendim değildi. İlerde çocuklarım okuyabilirdi, sevdiklerim, dostlarım ve niceleri. Belki onları buraya eklerim. Fakat emin değilim. Biraz fazla özele kaçabilir. Demek istediğim kendimiz için yapılabilecek eylemlerden en tepe noktadaki bir aktivite olan günlük tutmak bile aslında başkaları içindi benim özelimde. Çünkü ben kendimi ifade etmek ve tanıtmak için bu yolları uygun görmedim. Çünkü bu herkesin olduğu kadar benim de bir zayıflığım. Şahsi kanaatimce bu konuda tek farkım sadece farkında olmam. Kaldı ki farkında olabilen herhangi birisi kendini ifade ederken örneklediğim noktalara başvurmaz. Bu sadece beyan ile de sınırlı değil. Sosyal hayatın ve hatta iş hayatının bir gerekliliği hatta zorunluluğu haline gelmiş. İnstagram, Twitter ve niceleri. Bu sosyal medyaya yansıyan kendimizi kabul ettirme eylemine ben de katıldım. Çünkü sosyal bir varlığız kendimizin doğruları ve alışkanlıklarını hemen silip, yok edip uyum sağlamamız gereken ortama adapte olabiliyoruz ve oluyoruz da. Ve bu adaptasyona çoğu zaman bir zorunluluk ihtiyaç olmadan adapte oluyoruz. Çünkü bunu istiyoruz onlar gibi olmak istiyoruz. Fotoğraflar paylaşıyoruz, storyler çekiyoruz, snapler atıyoruz, Twitter'da düşüncelerimizi ifade ediyoruz. Sanki kendimizi ifade etmemiz için böyle bir şeye ihtiyacımız varmış gibi, sanki birileri sormuş, merak etmiş de lütufda bulunup isteklerini, meraklarını gidermişiz gibi. Ya da kendimizi toplum uzmanı, analisti gibi görüp burada blog açıyoruz. Onlar kadar ben de bu batağın içindeyim aslında. Burada bununla mücadele verdiğimi zannediyorum galiba. Ben de çok net bir şekilde çözemedim bu durumu henüz.


 Çevremdeki insanlar benim hakkımda çok bir bilgiye sahip mi? Açık söylemek gerekirse zannetmiyorum. Fakat kendi kanaatimce ben bilmem gerekenden fazlasını biliyorum. Bu durum beni gerçekten rahatsız ediyor. İnsanların benim hakkındaki bilgilerinin kısıtlı olduğunu düşündüğümden değil. İnsanların neden kendilerini bana anlattığından, kendilerini ifade ettiğinden kaynaklı bir durum. Sonuçta insanı en iyi kendisi bilmeli. Başkaları değil. İnsanlara tanıttığımız ''Biz'' sürekli değişiyor. Ve bir kişilik erozyonuna uğruyoruz, farkında değiliz. Kendimizi konumlandıramadık, bir kalıba sokamadık. Onun yerine su mishali girdiğimiz kabın şeklini alıyoruz. Kimseyi bizi olduğumuz şekilde kabul etmesini istemiyoruz. Onların istediği kalıba kendimizi zorluyoruz. Bunu ben de yaptım, şu anki arkadaş grubumun bir bölümüne erişmem için de bu bir gereklilikti ne yazık ki. Bu bende bir kaybetmişlik, mağduriyet duygusu uyandırıyor. Her zaman anlamsız bulduğum sosyal medyayı, boş boş kendini tanımlama eylemlerine girişmeseydim sahip olduğum sosyal unsurlar olmayacaktı. Toplumda bunun bir zorunluluk haline gelmesi gerçekten korkutucu. Öte yandan sadece toplum tarafından değil, tepedekiler yani muhtaç olduğumuz ögelerin sahipleri de bizi buna muhtaç ediyor. En basit örneği haberleri okumak, dinlemek. Ortalama bir haber sitesinde 2 saniyede ulaşabileceğiniz bir habere dakikalarca reklam izleyerek, alakasız yazıları okuyarak ulaşabiliyorsunuz. Bu da sizi 2. kaynak olan sosyal medya haberlerine yönlendiriyor. Buna itiliyoruz, mecbur bırakılıyoruz açıkcası. Kendi kanaatlerim bu düşüncelerden oluşmaktadır. Kendimizi tanımlama olarak kısaltabileceğim bu eylemi artık içine bulaştığım sosyal medya aracılığıyla yapmak istemiyorum. Burada değinmek istediğim bir nokta var. Asla ve asla bir insan sosyal medya kullanmamalı demiyorum. Fakat kullanma amacını ve şeklini kabul etmeli. Mesela ben bu bloga emek verdim, büyüttüm, güzelleştirdim diyelim. Elbette ben bunların canım sıkılınca bir tek ben gireyim diye yapmadım. Bir aşamadan sonra paylaşabilirim.


Burada topluma bakış açımdan da öte kendimle ilgili olan bir mücadeleye değinmek istedim.Keza bu eylemleri gözlemlediklerimin 1/10 kadarı bile olmasa ben de yaptım. Ve yaptığımı sorguladığımda kendimin zayıflığıyla yüzleştim. İnsanım, zayıflığım olacak. Fakat bana onunla yaşarken mutlu olabileceğim, kendimi sorgulamayacağım bir kusur, zayıflık lazım. Kendimi yerli yersiz, gereksizce tanımladığım, içten içe kabul ettirmeye çalıştığım oldu. Bunu bırakmak bir sorun değil. Çünkü bir söz var. ''Söz uçar yazı kalır.'' Yazı boyutu olarak ise kendimi tanımladığım sosyal medya boyutu var. Sonrası için artık kendimi kabul ettirmek, tanımlamak, pazarlamak yerine; yaptığım,uğraştığım, hobi.vb gibi şeyler için kullanmak istiyorum. 

Benden şimdilik bu kadar hadi eyW. o7